
Test yaparak yatırım stratejimin gerçek hayatta çalışıp çalışmayacağını anlamak güzel olurdu. Şansıma son günlerde piyasalarda güçlü bir dalgalanma oldu. Bist 100 endeksi 120.000’lerden 114.000’e kadar geriledi. S&P 500, Corona virüsü salgını vb. sebepler nedeniyle ciddi bir günlük düşüş sergiledi. Hazine Eurobondlarının fiyatları düşerken getiri oranları arttı. En son işler iyi giderken genel portföy performansı hakkında yazı yazmıştım. Hisse senetleri özelinde ise en güncel yazım 15 gün öncesine ait. Ancak öğrenme fırsatı, asıl işler kötü giderken ortaya çıkıyor. Zira, yükselen piyasalar portföy kurgusunda veya alım stratejimde bir sorun varsa gizliyor. Portföy ölçeği çok büyümeden dalgalı deniz ortamında gemiyi test etmek büyük bir fırsat. Şimdi ayağıma gelen bu fırsatı sizlerle birlikte değerlendireceğim.
Test I: Borsa İstanbul
Analize Borsa İstanbul portföyümden başlayalım. Bu konuda performans bilgilerimi en son 4 Şubat tarihinde paylaşmışım. Aşağıda bu tarihteki portföy durumumu ve performansını görüyorsunuz. Portföy büyüklüğü 21.247 TL iken karlılık %47,5 olarak gözüküyor.

Peki portföyün 26 Şubat 2020 Çarşamba tarihi itibarıyla durumu ne olmuş? Karlılığın ciddi bir şekilde %26,1’e düştüğünü aşağıdaki tablodan görebilirsiniz. Tabi birebir karşılaştırma yapmak doğru olmaz. Zira Coca Cola, Türk Traktör ve özellikle Tüpraş’ta alım yapmaya devam etmiştim. Bu alımları dışarıda tutarsak portföyün kar oranı %37,9 olacaktı. Tabloya dönersek Akbank ve Arçelik portföyün karlılığını aşağıya çekmiş görünüyor. Otokar, Tofaş ve Türk Traktör ise düşeşe direnen hisseler olmuş. Son alımlarımın zamanlamasının biraz talihsiz olduğunu da ekleyebilirim. 🙂 Ancak, zaten bu hisseleri uzun vadeli trend değerlerinin epey aşağısında olduğu için ucuz bulmuştum. Mevcut fiyatlar ortalama maliyetimin çok aşağısında değil henüz. Ayrıca, düşüş sürse bile kademeli alım stratejim nedeniyle ortalama maliyeti aşağıya çekme şansım var. Nakit rezervi bulundurmakla da doğru bir iş yapmış gibi görünüyorum bu şartlar altında.

Dolar bazlı bakınca işler biraz daha karamsar hal alıyor. Zira dolar/TL kuru 4 Şubat tarihinde 5,98 iken, 26 Şubat tarihinde 6,15 olmuş. Yani Türk Lirası dolara karşı yaklaşık %2,8 değer kaybetmiş. Diğer yandan dolar bazında varlığınız yada naktiniz varsa ve işlerin orta-uzun vadede iyiye gideceğini düşünüyorsanız biraz döviz bozdurup ucuzlamış hisse senetleri almak iyi bir fikir olabilir. Beklentiniz olumsuzsa beklemek daha doğru tabi. Sonuç olarak, yüksek enflasyon nedeniyle ben nihai hesabı dolar üzerinden yapıyorum ve Türk Lirası değer kaybederken hisse senedi fiyatlarının TL cinsinden de düşmesi hoş bir durum değil. Zaten bu nedenle ideal portföyümde TL bazlı hisse senedi payını %5 ile sınırlamayı düşünmüştüm. Fiyatlardaki aşırı yüksek oynaklık kalbime iyi gelmez. 🙂
Test II: Eurobond portföyü
Mevcut genel portföyümün %76’sını Eurobond cinsinden dolar bazlı tahvillerin oluşturduğunu ifade etmiştim daha önceki yazılarımda. Dolar bazlı varlıklar olmaları nedeniyle Türk Lirasındaki değer kaybından doğrudan olumsuz etkilenmedi portföy. Ancak, Türkiye’nin CDS’i ve piyasa faizlerinin yükselmesi nedeniyle dolar cinsinden tahvil fiyatlarının düşmesi beklenebilirdi. Nitekim, 4 Şubattan 26 Şubata Eurobond portföyümün değeri dolar bazında %5,5 (TL bazında %2,6) düşmüş. 2019 yılı Aralık ayı sonunda genel portföy performansını değerlendirdiğim yazımda Eurobond portföyümün toplam karını dolar bazında %19,6 olarak tahmin etmiştim. Söz konusu performansın olağandışı olduğunu ve sürdürülebilir olmadığını da eklemiştim.
Eurobond özelinde benim stratejim al-sata dayalı spekülasyon değil. Yani söz konusu tahvilleri vade sonuna kadar tutmayı planlıyorum. Çünkü kupon gelirlerinde vergi avantajı olması ve düzenli nakit akışı sağlamaları benim için daha önemli. Dolayısıyla, fiyat değişimleri beni ilgilendirmiyor. Eurobond portföyüm dolar bazında yıllık ortalama %7 getiri oranı sağlıyor ki bu oran benim için yeterli. Getiri oranları %7 ve üzerine çıkarsa yeniden Eurobond alımına geçmeyi düşündüğümü de sizlerle paylaşayım. Son olarak, Türk Eurobondları Amerikan uzun vadeli tahvilleri gibi hisse senetleri ile ters hareket etmiyorlar maalesef. Yani aralarında negatif korrelasyon yok. Bu anlamda, portföy içinde yeniden dengeleme işlevi göremezler diye düşünüyorum.
Test III: S&P 500
Geldik yabancı piyasalarda yaptığım yatırımlara. “SP 500 Tavandan Alınır mı?” başlıklı yazımda 18 Şubat tarihinde 30 adet Vanguard S&P 500 UCITS ETF (VUAA) alımı yaptığımı sizlere duyurmuştum. Bugünden geriye bakınca zamanlamamın mükemmel olduğunu ve yazının başlığının da cuk oturduğunu söyleyebilirim. 🙂 Aşağıdaki şekilde 18 Şubat tarihinde elimde bulunan ETF’lerin durumunu görebilirsiniz. Portföyün piyasa değeri 2.440 dolar iken karlılık oranı %0,9 idi.

Piyasada yaşanan dalgalanmanın ardından portföyün durumunu ise aşağıdaki şekilden görebilirsiniz. Mutlak anlamda 114,7 dolarlık bir zarar söz konusu. Göreli olarak baktığımızda ise portföy %4,7 oranında ekside.

Portföy varyansını minimize etmek
Bu doğal deney veya stres testi sonucunda genel portföy riskini yani portföyün standart sapmasını minimize etmek için hisse senetleri ile negatif korrelasyona sahip varlıklar edinmem gerektiğini söyleyebilirim. Ne olabilir bu varlıklar?: ABD uzun vadeli devlet tahvilleri ve altın. Genel portföyün dörtte üçü zaten dolar cinsinden tahvil değil mi dediğinizi duyar gibiyim. Ama maalesef Türkiye Cumhuriyeti tahvillerinin itibarı çöp… Bu nedenle ülke riskine bağlı olarak hareket ediyorlar. Yukarıda ifade ettiğim gibi hisse senetleri ile aralarında negatif korrelasyon yok yani. Öte yandan, dünya ekonomisinde bir sorun olduğunda ABD uzun vadeli tahvillerinin getirileri düşüyor. Çünkü büyük fonlar, fırtına ufukta göründüğünde bizim gibi yarın ne olacağı belli olmayan ülkelerden kaçıp bu ‘güvenli limana’ sığınıyorlar. ABD uzun vadeli devlet tahvillerinin getiri oranı düşüyor, fiyatları artıyor. Eğer bu dalgalanmada portföyde ABD uzun vadeli devlet tahvillerini içeren ETF olsaydı portföy değerinin düşüşü çok daha sınırlı olacaktı.
Aslında ABD uzun vadeli devlet tahvillerinin bu özelliğinin farkındaydım. Ancak, emin olamadığım husus bu aşırı düşük faiz ortamında söz konusu tahvillerin hala aynı özelliğe sahip olup olmadıklarıydı. Yani hisse senetleriyle aralarındaki negatif korrelasyon devam ediyor muydu? Yoksa FED’in uyguladığı para politikası nedeniyle bir rejim değişikliği mi olmuştu? Son bir kaç aydır kafamı meşgul eden sorulardan biri buydu. Zira rejim değişikliği olduysa sığınılabilecek tek güvenli liman altın olarak kalacaktı. Dolayısıyla, portföyde mutlaka altın bulundurmak gerekecekti. Aşağıdaki tabloda on yıllık zaman dilimleri boyunca altın ile SP 500’ün getiri oranlarını görebilirsiniz. Aslına bakılırsa FED’in uyguladığı para politikası ve aşırı düşük faiz ortamından tedirgin olan bazı yatırımcılar ABD uzun vadeli devlet tahvilleri yerine altına kaçıyorlar. Altın fiyatları bu nedenle yükseliyor şu an. Belki portföyde altına bir miktar pay ayırmak iyi olabilir.

Yatırım stratejisinde değişiklik
“Yabancı Ülke Tahvilleri: ETF’ler ile Yatırım” başlıklı yazımda gelişmekte olan ülke tahvillerine yatırım yapma niyetimi kaleme almıştım. Gelişmiş ülke tahvillerinin getirileri tarihi düşük seviyelerde olması beni bu düşünceye itmişti. Ancak, doğal deneyimiz ile yaptığımız test bana bunun iyi bir fikir olmadığını gösterdi. Zira, Türkiye dışındaki gelişmekte olan ülkelerin tahvilleri de aynı bizim devlet Eurobondları gibi hareket edecek. Dolayısıyla, ABD uzun dönem devlet tahvillerinin yerini doldurma şansları yok. Bu durumda, ideal portföy ağırlıkları planımda %30’luk tahvil dilimini ABD uzun dönem devlet tahvillerine ayırmak daha doğru bir strateji olacak gibi duruyor.

Son olarak, genel portföyümün %10’unu nakitte tutma stratejimin, işler kötü giderken oldukça yerinde bir karar gibi durduğunu söyleyebilirim. Zira, SP 500’de hızlı ve ciddi düzeltmeler olursa ortalama maliyetimi hızla aşağıya çekme şansı veriyor. Tabi nakit tutmanın da bir fırsat maliyeti var ama bu şartlar altında daha iyi bir seçenek yok gibi. Ayrıca, portföy getirisini maksimize etmek için değer artışı vergisi ve alım-satım komisyonu kısıtları nedeniyle çok fazla al-sat yapmamam gerekiyor. Dolayısıyla, portföyü dengelemek için nakit tutmak en makul çözüm diye düşünüyorum. Daha iyi fikri olan varsa lütfen paylaşmaktan çekinmesin. Önerilere açığım. 🙂 Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Okuyucularıma Not
Pinti Değil Tutumluyum’a ilgi gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Bu bloğu ayakta tutabilmek ve masraflarını karşılayabilmek için bağlı linkler kullanmaya karar verdim. Eğer burada yazdıklarımın size bir değer kattığını düşünüyorsanız, aşağıdaki linklere tıklayarak bana destek olabilirsiniz.
Ya da doğrudan bana bir kahve ısmarlayabilirsiniz: Buy Me a Coffee
Interactive Brokers ile 33 ülkede yer alan 135 piyasaya 23 farklı para birimi kullanarak erişebilirsiniz. Hisse senedi, tahvil, opsiyon, futures, FX ve fon işlemlerinizi çok düşük maliyetle yapabilirsiniz. Interactive Brokers hesabınıza para transferini Türkiye’de ki Türk Lirası hesabınızdan EFT yaparak gerçekleştirebilirsiniz. Bunun için Interactive Brokers hesabı açın.

Merhaba, eurobond ile hisselerin korelasyonunun negatif olduğunu söylerken neye baktığınızı bilmiyorum fakat TL bazda KYD eurobond endeksi ile BIST 100 endeksinin geçmiş getirilerinin korelasyonuna bakarsanız negatif olacağını göreceksiniz. Hatta ben şu anda baktım 2003’den günümüze kadarki korelasyon -0.20 . KYD bono endeksiyle BIST 100 ünki ise +0.27 civarı. Muhtemelen dolar bazında bakmış olabilirsiniz ama biz Türkiye’deyiz 🙂 Yani evet Amerika’daki 60-40 portföyünü ebond ve hisse alarak yapabiliyoruz.
Merhaba Burak Bey;
Bahsettiğiniz korrelasyon değerleri istatistiksel olarak anlamlı ve güçlü bir ilişkiye işaret ediyor mu pek emin değilim. Zira, yazıda da sizlerle paylaştığım gibi Bist portföyüm ve Eurobond portföyüm dolar cinsinden aynı yönde hareket ediyorlar. Türk lirası maalesef istikrarlı bir para birimi değil. Bu konudaki düşüncelerimi ilk yazılarımda detaylı olarak paylaştım. Aşağıda link veriyorum. Dolayısıyla, Türkiye’de ki yaşam standardımız TL’nin yabancı paralar cinsinden değerine yani kura bağlı. Örneğin, 3-4 yıl önce 3.000 TL’ye aldığım bilgisayarın eşdeğeri bugün 15.000 TL. 2.300 TL’lik telefonun yeni versiyonu 7-8 bin TL. Gıda fiyatları bile ithalata bağımlı maalesef. Sürekli bir yüksek enflasyonun olduğu her ekonomide para ilüzyonu olur. Bunu hesaba katmadan yatırım kararları almanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Tabi ben yazılarımda kendi düşüncelerimi paylaşıyorum. Takdir sizin. Bol kazançlı günler dilerim.
Enflasyon ve Para
Dolar/TL Kurunu Etkileyen Faktörler
Tekrardan merhabalar, öncelikle amacım portföyünün varyansını nasıl minimize edeceğinize cevap verebilmekti aslında. Eurobondlar ile Türk hisse senetleri arasındaki 17 yıllık korelasyonun negatif olduğunu belirttim dolayısıyla analizin güvenilir olduğunu düşünüyorum. Amacım TL yi övmek değildi. Demek istediğim bir para birimini sabit olarak kabul etmemiz gerekiyor ben burada TL yi belirleyip ona göre yorum yapıyorum. Japon yeni de olabilirdi bu. Siz TL’nin değer kaybedeceğini düşünüyorsanız elbette ki bütün yatırımlarınızın dolar bazlı olması gerekir haklısınız.
Tekrar merhaba Burak Bey. Ekonomi teorisi, iki para birimi arasındaki kur değerinin uzun dönemde iki ülke arasındaki faiz farkı ile enflasyon farkına göre değişeceğini ileri sürüyor. Bende bu teoriye dayanarak dolar/TL kurunun yukarı giderek TL’nin değer kaybedeceğini varsayıyorun. Zira Türkiye’yi yönetenlerin faiz politikası reel faizin sıfır veya negatif olması yönünde. Üstelik enflasyonu kontrol etme gibi bir politika hedefleri yok. Oy maksimizasyonu ve seçim kazanma hedefiyle hareket ediyorlar. Bu durumda, uzun dönemde TL’nin dolara karşı değer kaybı kaçınılmaz görünüyor. Benim bakış açımın temeli bu yorum. Selamlar;