
Bir önceki yazımda finansal özgürlük için gereken portföy büyüklüğünü hesaplamak için kullanılan %4 kuralının nasıl ortaya çıktığını, varsayımlarını ve uygulamasını anlatmıştım. Türkiye şartlarında bu kuralın birebir uygulanmasını ise riskli bulduğumu belirtmiştim. Riskleri şu şekilde sıralayabilirim: kur zamanlaması riski, Türkiye’de ki yatırım araçlarının düşük reel getiri oranları ve getiri oranı zamanlaması riski. Şimdi sırasıyla bu risklere daha yakından bakalım ve olası çözümler neler olabilir sorusuna yanıt arayalım.
Kur zamanlaması riski
İstikrarsız bir para birimimiz olmasının finansal özgürlük peşinde koşarken ilave sorunlar ortaya çıkardığını daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Hesap kitabı daha istikrarlı bir para birimi ile yapmamız gerekiyor. Bunun için halen dünyada rezerv para birimi olan doları tercih ediyorum. Ancak, TL/Dolar kuru sürekli değişiyor. Aşağıda ki grafikte, 1995 yılından günümüze Merkez Bankası’nın yayımladığı TÜFE bazlı reel efektif döviz kurunun gelişimi görülüyor. Yeşil çizgi ortalamayı, kesikli çizgiler ise standart sapmaları gösteriyor. Ortalama değer 100,3. Yeşil çizginin üzeri TL’nin Türkiye’nin ticari partnerlerinin paralarına göre değerli olduğu bölgeyi, yeşil çizginin altı ise daha değersiz olduğu bölgeyi gösteriyor. Grafikten görüldüğü üzere TL’nin değeri, izlenen ekonomi politikaları ve ekonomik çevrimin aşamasına bağlı olarak bazen aşırı değerli bazen de aşırı değersiz oluyor. Tabi daha uzun bir dönemi kapsayan veri seti mevcut olsaydı bu döngüsel olguyu daha açık görebilirdik.

Bir önceki yazımda farklı kur değerleri kullanarak duyarlılık analizi yapmıştım ve birikim aşamasında TL’nin değerindeki dalgalanmanın amacımız açısından fazla bir fark yaratmadığını tespit etmiştik. Birikim aşamasında, kurdaki değişim sadece finansal özgürlük için gerekli portföy büyüklüğünü değiştiriyor. Kur zamanlaması riski, portföyü hayatımızı finanse etmek için kullanmaya başladığımızda ortaya çıkıyor. Halihazırda, TL’nin değeri yabancı para birimlerine karşı – yukarıda ki grafikten görüldüğü üzere – tarihi düşük seviyelerde. Bu düzeyi veri olarak kabul edip, hedeflediğimiz portföy miktarına ulaştık diyelim. Peki emekli olduktan sonra TL yabancı para birimlerine karşı ciddi ölçüde değerlenirse ne olacak? Dolar cinsinden gelirimiz birden bire TL bazında düşer ve giderlerimizi karşılayamaz hale geliriz. Bana göre bu riski azaltmanın iki yolu var.
Portföy büyüklüğünü aşırı değerli TL’ye göre ayarlamak
Uç senaryo
İlk aklıma gelen çözüm portföy büyüklüğünü kurun mevcut düzeyine göre değil TL’nin aşırı değerli olduğu dönemde ki tahmini değerine göre ayarlamak. Yukarıda ki grafikte TL’nin en değerli olduğu zaman diliminde reel efektif döviz kuru endeksi 138,27 değerini alıyor. 2018 yılı sonunda ise 84,76 seviyesinde. TL’nin tekrar zirve noktasına ulaşacağını varsayımı altında TL, mevcut düzeye göre [(138,27/84,76) – 1] * 100 = %63,1 oranında değerlenmesi gerekiyor. Baz senaryomuzda Dolar/TL kuru 5,7 idi. TL %63,1 değerlenirse Dolar/TL kuru kabaca 2,1’e geriler. Bu kur düzeyini kullanıp portföy büyüklüğünü hesaplarsak 857.143 $ gibi oldukça yüksek bir değere ulaşıyoruz.

Mevcut değersiz kur ile bu portföy büyüklüğüne yani finansal özgürlüğe ise ancak 35 yılda ulaşabiliyoruz. Tabi bu çok uç bir senaryo. TL’nin, tarihinin en değersiz halinden yine tarihinin en değerli olduğu noktaya döneceği varsayımında bulunduk. Bu uç senaryonun gerçekleşme olasılığı bana göre oldukça düşük. Belki 10-15 yıl sürecek birikim döneminde TL’nin değerinin sürekli en dipte kalması pek olası görünmüyor.

Gerçekçi senaryo
Daha gerçekçi bir senaryo yazalım. TL’nin birikim döneminin ardından uzun dönem ortalama değerine ulaşacağını varsayalım. Bu varsayım altında, TL mevcut düzeye göre [(100,3/84,76) – 1] * 100 = %18,3 oranında değerlenmesi gerekiyor. TL %18,3 değerlenirse Dolar/TL kuru kabaca 4,65’e geriler. Bu kur düzeyini kullanıp portföy büyüklüğünü hesaplarsak 387.097 $ gibi daha makul bir değere ulaşıyoruz.

Mevcut kur ile bu portföy büyüklüğüne ise 23 yılda ulaşabiliyoruz. Baz senaryomuzda ki portföy büyüklüğüne ise 20 yılda ulaşıyorduk. Dolayısıyla, bu senaryoda kur zamanlaması riskini azaltmak için 3 yıl ilave çalışmak yeterli gibi gözüküyor. Aslında, TL’nin yıllar boyu en dip değerinde kalacağını öngörmek çok gerçekçi değil. Birikim dönemi boyunca TL’nin yavaşça değerlenmesi halinde zaten kur zamanlaması riskinin de kendiliğinden azalacağını vurgulamakta yarar görüyorum.

Portföyde TL varlıklar bulundurmak
Kur zamanlaması riskini azaltmanın diğer bir yolu ise portföyde TL bazlı varlıklar bulundurmak olabilir. Portföyde ki TL varlıklar düzenli nakit akışı sağlıyor ise daha da faydalı olur. TL vadeli mevduat, TL bazlı tahvil ya da kar payı dağıtan hisseler portföye katılabilir. Aslına bakılırsa çalışma hayatınızı arkada bıraktığınızda Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) emekli maaşı almaya da hak kazandıysanız portföyde tedbir amaçlı TL varlık bulundurmaya gerek kalmayabilir. Ama bulundurmak gerekiyorsa TL varlıkların portföyde ağırlığı ne olacak sorusu ortaya çıkıyor. Kur zamanlaması riskini tamamen bertaraf etmek için yarı yarıya bir paylaşım gerekir. Ancak böyle bir durumda TL cinsi yatırımlarınızın reel getirisinin pozitif olması lazım. Yoksa yüksek enflasyon portföyünüzün TL kısmını eritir.
Düşük reel getiri sorunu
İlk yazılarımdan birinde Türkiye’de ki alternatif yatırım araçlarının tarihsel getiri oranlarını incelemiştim. Aşağıda ki tabloda görüldüğü üzere son 20 yılda altın dışında hiçbir yatırım aracının getirisi yıllık ortalama %5’ten yüksek değil. Tabi bu incelemeye T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın çıkardığı dolar cinsinden uzun vadeli Eurobond tahvillerin getirisi dahil değil. Eurobond konusunu başka bir yazımda ayrıntılı olarak incelemiştim. Bu tahvillerin getiri oranı ise şu an itibarıyla dolar bazında %6 – %7 civarında. Excel modelinin baz senaryosunda %5 reel getiri oranı varsaymıştım. Yani doların değer kaybını belirleyen ortalama ABD enflasyonunu nominal getiri oranından çıkarmıştık. Bu oran %3 – %4 olarak kabul ediliyor. Yani enflasyon oranını %3 kabul edersek, %5’lik reel getiri oranı için %8’lik nominal getiri oranı olması lazım. Türkiye’de ki hiçbir yatırım aracı sistematik olarak dolar bazında nominal %8 getiri oranı sağlayamamış. ABD hisse senedi piyasasının tarihsel getiri oranı ise yaklaşık nominal %11, reel %7 seviyesinde.

Şimdi finansal özgürlük elde etmek için tasarrufa ve yatırıma başlayacağımızı düşünelim. Önümüzdeki birikim dönemi için ABD enflasyon oranı beklentimiz yıllık %3 olsun. Birikimlerimizi de halihazırda en yüksek getiri sağlayan Eurobond’ta %7’den değerlendirdiğimizi varsayalım. Bu durumda reel getiri oranımız %4 oluyor. Portföy büyüklüğümüz değişmezken bu portföy büyüklüğüne erişmek için 2 yıl ilave çalışmak zorunda kalıyoruz. Bu noktada, tüm birikimimizi tek bir yatırım aracına yatırmanın oldukça riskli olduğunu vurgulamak istiyorum. Ayrıca, %7’lik getiri oranı dünyadaki en yüksek oranlardan biri. Sürdürülebilir değil. Hazine, uzun süre %7 veya daha üzeri rakamlardan borçlanırsa Türk ekonomisi borç krizine girebilir.

Düşük getiri oranı sorununun olası çözümü
Düşük reel getiri oranı sorununu çözmenin tek yolunun beklenen getiri oranının daha yüksek olduğu piyasalara yatırım yapmak olduğunu düşünüyorum. Yani, ABD ve diğer gelişmekte olan ülkelerin sermaye piyasalarına. Bu stratejinin başarısı açısından işlem maliyetlerinin makul olup olmaması ve vergilendirme gibi hususlar çok önemli hale geliyor. Bu noktada küçük yatırımcının önüne Türk finansal sisteminin az gelişmişliğinin getirdiği zorluklar ortaya çıkıyor. Bu nedenle, finansal özgürlük yolculuğumda şu aşamada Eurobond üzerine odaklanmış durumdayım. Bir yandan da yurtdışı piyasalara yatırımı inceliyorum. Yurtdışı piyasalara yatırım, önümüzdeki dönem ana gündem maddelerimden biri olacak.
Getiri oranı zamanlaması riski
Getiri oranı zamanlaması riski Türkiye’ye özel bir durum değil. Aslına bakılırsa yazının başında ayrıntılı olarak incelediğim döviz kuru zamanlaması riskine çok benziyor. Sorun, kurun döngüsel dalgalanması yerine hisse senedi piyasasının döngüsel dalgalanması olarak ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle, birikim dönemimizi boğa piyasasında tamamladık. Emekli olduk. Birdenbire, ekonomi resesyona girdi ve hisse senedi piyasasında fiyatlar çakıldı. Böyle bir ortamda, giderlerimizi karşılamak için hisse satarsak portföyümüzü planladığımızdan çok önce tüketme riskimiz ortaya çıkıyor. Aşağıda ki grafikten görüldüğü üzere getiri oranları yıllara göre bir örnek dağılmıyorlar. Her ne kadar yıllık ortalama getiri %3,3 olsa da, bazı yıllar çok yüksek getiri varken bazı yıllar negatif getiriler söz konusu.

Getiri oranı zamanlaması riskini azaltmanın bir yolunun birikim aşamasının sonuna doğru portföyünüzde kupon oranı yüksek tahvillere ağırlık vermek olabileceğini düşünüyorum. Ya da bir süre daha çalışıp sizi 6 ay yada tercihen bir yıl idare edecek ilave likit bir fon kurmak olabilir. Kur zamanlaması riskinde olduğu gibi Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan emekli maaşı almaya hak kazandıysanız bu önlemlere de gerek olmayabilir. SGK emekli maaşınızı harcayarak ve harcamalarınızı kısarak bu süreci atlatabilirsiniz. Bir diğer tedbir portföy büyüklüğünüze ilave bir marj eklemek olabilir. Kendi bireysel durumunuza ve riskle nasıl başa çıktığınıza göre bu tercihler değişebilir.
Okuyucularıma Not
Pinti Değil Tutumluyum’a ilgi gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Bu bloğu ayakta tutabilmek ve masraflarını karşılayabilmek için bağlı linkler kullanmaya karar verdim. Eğer burada yazdıklarımın size bir değer kattığını düşünüyorsanız, aşağıdaki linklere tıklayarak bana destek olabilirsiniz.
Ya da doğrudan bana bir kahve ısmarlayabilirsiniz: Buy Me a Coffee
Interactive Brokers ile 33 ülkede yer alan 135 piyasaya 23 farklı para birimi kullanarak erişebilirsiniz. Hisse senedi, tahvil, opsiyon, futures, FX ve fon işlemlerinizi çok düşük maliyetle yapabilirsiniz. Interactive Brokers hesabınıza para transferini Türkiye’de ki Türk Lirası hesabınızdan EFT yaparak gerçekleştirebilirsiniz. Bunun için Interactive Brokers hesabı açın.
Teşekkürler değerli bilgiler için
Teşekkürler